elifnazın mekanı
  HAYATA DAİR
 

HAYATA DAİR
• 4.9.2008 - BAŞARI, ZENGİNLİK VE SEVGİ
Alışverişe gitmek üzere evden çıkan bir kadın, kapısının karşısındaki kaldırımda oturan bembeyaz sakallı üç yaşlıyı görünce önce duraksadı, sonra onları, tüm içtenliğiyle evine davet etti; "Burada böyle oturduğunuza göre, üçünüz de kesinlikle acıkmış olmalısınız", dedi. "Lütfen içeri gelin, size yiyecek bir şeyler hazırlayayım."

Üç yaşlıdan biri, kadına, eşinin evde olup olmadığını sordu. Kadın, eşinin biraz önce çıktığını, şu anda evde olmadığını söyledi. Yaşlı adam, başını iki yana salladı; "Eşiniz evde değilse, biz de davetinizi kabul edemeyiz", dedi.

Akşam eşi geldiğinde, kadın karşı kaldırımdaki yaşlı adamlarla arasında geçen konuşmayı anlattı. "Senin evde olmadığını öğrenince, içeri girmek istemediler" dedi. Yaşlı adamların bu davranışlarını öğrenince, kadının eşi üzüldü. "Bir bakıversene dışarı", dedi. "Hâlâ oradalarsa, şimdi davet edebilirsin eve."

Kadın kapıyı açar açmaz, karşı kaldırımdaki bembeyaz sakallı üç yaşlıyla yeniden karşılaştı. "Eşim geldi, şimdi evde" dedi ve onlara davetini yineledi; "Yemeğimizi birlikte yemek için sizi şimdi davet edebilir miyim evimize?"

Kadının davetine yaşlılardan biri yanıt verdi; "Biz hiçbir eve üçümüz birlikte gitmeyiz", dedi ve kısa bir duraksamadan sonra, bir açıklama yaptı; "Sağ yanımdaki bu arkadaşımın adı, zenginliktir. Bu yanımda oturan arkadaşımın adı başarı, benim adım ise sevgidir.

Kendini ve arkadaşlarını tanıttıktan sonra sevgi, kadına ilginç bir öneride bulundu "Şimdi evinize gidin ve eşinizle başbaşa verip, bir karara varın", dedi. "İçimizden sadece birimizi davet edebilirsiniz evinize. Hangimizi davet etmek istediğinize karar verin, sonra gelin, kararınızı bize bildirin."

Kadın, sevginin önerisini eşine anlattığında, adam sevinçten göklere fırladı. "Aman ne güzel, ne güzel", dedi. "Hangisini davet edeceğimizi bize bıraktıklarına göre, biz de içlerinden zenginliği davet ederiz ve evimiz de bir anda zenginliğe kavuşmuş olur."

Eşinin kararı, kadının hiç de hoşuna gitmedi. "Başarıyı davet etsek, daha mantıklı bir karar vermiş olmaz mıyız, kocacığım?", dedi.

Kayınvalidesiyle, kayınpederinin bu konuşmasına, içerideki odada bulunan gelinleri de kulak misafiri olmuştu. Koşarak içeri girdi ve o da kendi önerisini söyledi; "En doğru karar, sevgiyi davet etmek değil midir?", dedi. "Düşünsenize, evimiz bir anda sevgiye kavuşacak"

Gelinin bu önerisi, kayınpederin de, kayınvalidenin de çok hoşlarına gitti. "Tamam, en doğru karar bu olacak" dediler. Sevgiyi davet edelim..."

Kadın kapıyı açtı ve üç yaşlıya birden sordu; "İçinizde hanginiz sevgiydi? Onu davet etmeye karar verdik. Lütfen buyursun..."

Sevgi ayağa kalktı, eve doğru yürümeye başladı. Arkadaşları da ayağa kalktılar ve sevginin arkasından, onlar da eve doğru yürümeye başladılar. Kadın, büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde, zenginlikle başarıya sordu; "Siz niçin geliyorsunuz? Ben yalnız sevgiyi davet etmiştim."

Kadının bu sorusuna, üç yaşlı birlikte yanıt verdiler; "Eğer içimizden yalnız zenginliği ya da başarıyı davet etmiş olsaydınız, davet edilmeyen ikimiz dışarıda bekleyecektik. Fakat siz sevgiyi davet ettiniz. Bu durumda üçümüz birden gelmek zorundayız evinize."

Ve kadının "niçin?" diye sormasını beklemeden, zenginlik ve başarı sözlerini şöyle sürdürdüler; "Çünkü sevginin olduğu her yerde, biz zenginlik ve başarı da her zaman, onun yanında oluruz.
Yorum (0) :: Yorum yaz! :: Bağlantı
• 4.9.2008 - İNDİRİM
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle..
 
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.
 
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
 
Küçüüük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
 
Çocuk, ona dönerek:
 
Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
 
Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da imânı. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
Keşke imanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
 
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
 
Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
 
Çok basit!. dedi, adam. Eğer imanımız yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
 
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek: Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
 
Çocuk, başını yanlara sallayıp: Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
 
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
 
Ayakkabının diğer teki ise yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
 
Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
 
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek: Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
 
İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!. Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek: Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum. Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
 
Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş… dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
 
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
 
Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..  Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
 
Babam haklıymış!. dedi. Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!.? demişti.
 
Cüneyd Suavi
Yorum (0) :: Yorum yaz! :: Bağlantı
• 4.9.2008 - DİKENLER ARASINDAKİ GÜL
Kızılderili bilge kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlarmış.

Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahmış ve genç torun o köpekleri dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlarken görürmüş hep..

Çocuk, dedesinin kulübesini korumak için neden bir değil de iki köpeğe ihtiyaç duyduğunu merak edermiş. Üstelik niye siyah ve beyaz köpek?

Dede, torununa onların kendisi için sembol olduğunu söylemiş. " Onlar benim için iyiliğin ve kötülüğün simgesidir” demiş.

"Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."

Çocuk merak etmiş. "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Dede, bilgece bir gülümsemeyle bakmış torununa.

"Hangisi mi evladım? Ben hangisini daha iyi beslersem!”
Bu köpeklerin besini düşüncelerimiz. Her birimizin Kızılderili bilge gibi kapımızın önünde sürekli boğuşan siyah ve beyaz köpeği var.

“Eğer sıkça işlerin kötüye gideceğini söylüyorsan kahin olma şansın yüksektir” demiş Isaac Singer. Hayat sıkça barındırdığımız düşüncelerimizi bize yansıtan dev bir ekrandır. Neden? Üç boyutlu realitede düşüncelerimizi somut olarak yaşayarak deneyim kazanmamız için. Hayata olumsuz baktığımız sürece sağlıklı mutlu ve huzurlu olmak imkansızdır. Hayat daha fazla acı çekene ödül vermiyor çünkü. Tersine, madem bu kadar çok seviyorsun olumsuz bakmayı, al sana biraz daha aynısından diyor.

Zihin her gün sağlıklı düşüncelerle kurulan bir saat gibidir. Kurulmazsa bir süre sonra çalışmasını durdurur. Bize sürekli yanlış saati gösterir. O saatin günde iki kez doğruyu göstermesine kanmak büyük yanılgı.

Her şey ama her şey bizim düşüncelerimizin sonucu. Düşündüğümüzü oluruz. Yere düştüğümüzde bile düşüncelerimizi değiştirmek mümkün. Çünkü sırtımız yerdeyken bakacağımız tek yer yukarısıdır. Tabii gözümüzü kapamazsak.

Kendisine acıyan, karamsar, şikayet etmeyi huy haline getiren insana bunun kendi seçimi olduğunu anlatmaya çalıştığın oldu mu? Senin her yardım çabana o mazeretlerle yanıt verecektir. Kendisinin ne kadar haklı ama bir o kadar da şanssız ve talihsiz olduğunu kanıtlamaya çalışacaktır. Bu tür insanın bakış açısını değiştirmesine yardımcı olmaya çalışmak tam anlamıyla değerli anların ziyan edilmesidir.. Zamanı ziyan etme lüksümüz yok çünkü hayat çok kısa. İnsanlar için elinden geleni yap. Ama akıntıya karşı kürek çekmeden ve kendini paralamadan. Yoksa o kişi seni aşağıya çekecektir.

Dağa tırmanmaya ya da denizin derinliklerine dalmaya serüven diyoruz.. Gerçek serüven günlük hayatın engelleri karşısında yeni olanaklar aramak, bilinmeyen karşısında potansiyel kaynaklarımızı ortaya çıkararak test etmek, kendi özgün yeteneklerimizi keşfetmektir. Kimi her zorluk içinde olanakları görür, kimi her olanak içinde zorlukları. Bir şeyden hoşlanmıyorsan değiştir, değiştiremiyorsan tavrını değiştir. Şikayet etmek bugüne kadar sana ne kazandırdı?

Çoğumuz aslında günlük yaşıyoruz. Yarının ne getireceğini bilmeden. Kendi hayatımızın senaryosunda kurban da olabiliriz kahraman da. Kendimize verdiğimiz rolü biz biçiyoruz.

Yüreğin ve düşüncelerin iyimser yaklaşımının mucizesini hiçbir ilaç sağlayamaz. İyileşecek hasta “Kendime nasıl yardımcı olabilirim?” der. Hastalığına sığınan kişi ise, “Bütün bunları yapmak zorunda mıyım?” der. Kendini iyileştirmek bile bir yüktür onun için. Zaten kendi sorumluluğunu üstlenen kişi, hastalığı da sağlığı da yaratanın kendisi olduğunu bilir.

Hayat aksiyonu sever. Ayağa kalkıp yürüdüğünde bir şeylere takılmak doğaldır. Sadece oturduğu yerde oturan insanın ayağı hiçbir şeye takılmaz. Tabii buna hayat denirse. Hayatın kimseye borcu yok. O biz yokken de buradaydı. Bizden sonra da olmaya devam edecek. İyi ve kötü günü belirleyen sadece ve sadece tutumumuzdur. İnsanlar arasındaki farkı belirleyen de budur.

“Olumlu tutum bütün sorunlarını çözmez ama insanı yeterince rahatsız edeceği için çabaya değer” diyor bir komedyen.

İnsanın, kimsenin elinden alamayacağı son özgürlüğü her koşulda tutumunu kendisinin seçmesidir. Geçmişi değiştiremeyiz ama geçmişe bakış açımızı değiştirebiliriz. İnsanların davranışlarını değiştiremeyiz ama onlara bakış açımızı değiştirebiliriz. Başımıza gelen bazı şeylerden kaçamayız ama elimizde kalan tellerle kemanımızı farklı bir notayla çalmayı seçebiliriz.

Verdiğimiz tepkilerle karakterimizi inşa ederiz. İnsanlar arasındaki fark çok küçük. Olaylara yaklaşım farkı. Ama sonuçları çok büyük. Saygı duyduğun insanla acıdığın insan arasında farkı yaratan da bu. Özgüven ve özsaygı denilen şey de bu.
 
  Bugün 27271 ziyaretçikişi burdaydı! elifnaz gömüç siteme hoş geldiniz sevgi ile mutlu kalın  
 
Sitenizesayac.com Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol